Berk Özerk

Kişisel bloguma hoş geldiniz.

Kuraklık ve Sel Arasında Sıkışan Kent: Balıkesir İçin Suya Saygı Zamanı
Kuraklık ve Sel Arasında Sıkışan Kent: Balıkesir İçin Suya Saygı Zamanı
A
Ahmet Berk Özerk·
Balıkesir’de artan kuraklık ve ani yağışların yol açtığı sel riskleri, su yönetimi ve sürdürülebilir kentsel tasarım ihtiyacını gözler önüne seriyor. Şehrin su kaynaklarıyla barışık bir gelecek inşa etmek için mimarlık, mühendislik ve toplumsal bilinç bir arada.

İklim krizi artık uzak bir olasılık değil; kapımızda. Kurak geçen ayların ardından gelen ani yağışlar, şehirlerimizde sel felaketlerine yol açıyor. Balıkesir de bu iklim dengesizliğinin tam ortasında. Barajlar alarm veriyor, kırsalda susuz kalan tilkiler ve kirpiler artık şehir içinde dolaşıyor. Doğa bize sessiz ama net bir mesaj veriyor: “Artık dayanacak halim kalmadı.”

Sel ve Kuraklık Arasındaki Çelişki

Şehrin ortasından geçen Çay Deresi, değişken doğa koşullarında kritik bir rol oynuyor. Karesi ilçesindeki Çay ve Ege Mahalleleri, sel tehlikesine en açık bölgeler. Bu dereyi yalnızca estetik bir rekreasyon alanı olarak değil, aynı zamanda bir sel koruma hattı olarak yeniden düşünmek zorundayız.

Uzman Görüşleri

Uzman Mühendis Kadir Aydın Değirmenci’nin uyarıları bu noktada dikkate değer:

  • Havzanın büyüklüğü ve su akış dinamikleri göz önüne alındığında, Altıntaş ve Kabakdere bölgelerine mutlaka sel kapanları yapılması gerekiyor.
  • Sel kapanları, suyun kent içine taşkınla değil, dengeyle girmesini sağlayarak hem güvenliği hem de yaşam kalitesini artırır.
  • Değirmen Boğazı gibi doğal su yapılarıyla desteklenen, doğayla barışık rekreasyon alanları oluşturulabilir.

Mimarlık ve Suya Saygı

Mimarlık artık sadece bina yapma işi değil; doğayı anlama, suya saygı duyma ve kenti ekolojiyle barıştırma sorumluluğudur. Bu bağlamda:

  1. Su yönetimi stratejileri (sel kapanları, yağmur suyu toplama sistemleri) projelere entegre edilmeli.
  2. Kentsel yeşil altyapı (yeşil çatı, permeabel zemin) suyun doğal süzülmesini destekler.
  3. Çay Deresi çevresi, hem sel riski azaltıcı hem de halkın kullanımına açık bir çok işlevli alan olarak tasarlanabilir.

Bir Çağrı

Balıkesir için geç değil, ama zaman daralıyor. Şimdi bir karar vermeliyiz:

  • Suyu düşman gibi görmek mi, yoksa onunla barışarak kenti yeniden inşa etmek mi?
  • Mimarlık, mühendislik ve toplumsal bilinç bir araya gelerek sürdürülebilir bir su yönetimi modeli oluşturmalı.

Suya saygı, sadece bir çevre sorunu değil; gelecek nesillere daha güvenli, yaşanabilir ve dirençli bir şehir bırakma sorumluluğudur.

Balıkesir için suyla barışık bir gelecek inşa etmek artık bir seçenek değil, bir zorunluluktur.

Ata Emre Akman Parkı Açıldı: Adalet ve Toplumsal Bilinç İçin Bir Adım
Ata Emre Akman Parkı Açıldı: Adalet ve Toplumsal Bilinç İçin Bir Adım
A
Ahmet Berk Özerk·
Karesi Belediyesi, genç bir hayatın anısını yaşatmak ve adalet sistemine dikkat çekmek amacıyla Ata Emre Akman Parkı’nın açılışını gerçekleştirdi.

Ata Emre Akman Parkı’nın Açılışı

26 Şubat 2025 tarihinde Karesi Belediyesi, ilçede yaşanan trajik bir olayın ardından verdiği sözü yerine getirdi: Ata Emre Akman anısına bir parkın açılışını gerçekleştirdi. Bu park, yalnızca bir yeşil alan değil, aynı zamanda genç bir hayatın anısını yaşatmak ve toplum olarak adalet arayışımızı simgelemek adına atılmış anlamlı bir adımdır.

Olayın Arka Planı

  • Kim? Ata Emre Akman, 20 yaşında üniversite öğrencisi ve motokuryeydi.
  • Ne zaman? 11 Mayıs 2024 tarihinde, sipariş teslimatı sırasında reşit olmayan bir suçlu tarafından bıçaklanarak hayatını kaybetti.
  • Neden? Olay, gençlerin güvenliği ve adalet sistemimizin eksiklikleri üzerine ciddi sorular ortaya çıkardı.

Bu kayıp, sadece ailesini değil, tüm toplumu derinden sarstı ve gençlerin korunması ile adalet sistemimizin güçlendirilmesi gerektiği konusunda farkındalık yarattı.

Parkın Adı ve Anlamı

Belediye Meclisi, Ata Emre Akman’ın anısını yaşatmak amacıyla ilçedeki bir parkın adını “Ata Emre Akman Parkı” olarak değiştirdi.

Açılış Töreni

Açılışta Ata’nın ailesi, belediye meclis üyeleri ve ilçe sakinleri bir araya geldi. Ata’nın babasının duygusal konuşması, adalet sistemindeki eksiklikleri ve genç suçlulara yönelik caydırıcı cezaların artırılması gerektiğini vurguladı.

“Bu park sadece bir anı mekânı değil, aynı zamanda adalet sistemimizin eksiklerini gözler önüne seren bir farkındalık sembolü olacak.” – Ata Emre Akman’ın babası

Toplumsal ve Hukuki Boyut

  • Güvenlik: Gençlerin güvenliği, toplumun ortak sorumluluğu olarak yeniden gündeme geldi.
  • Adalet: Vahim suçlarda caydırıcı cezaların artırılması ve genç suçlulara yönelik reformların yapılması gerektiği vurgulandı.
  • Bilincin Artması: Park, adalet, güvenlik ve toplumsal farkındalığın simgesi olarak konumlandırıldı.

Gelecek Vizyonu

Karesi Belediyesi, sadece fiziksel altyapı inşa etmekle kalmayıp, toplumsal bilinç oluşturarak geleceğe yön vermeyi amaçlıyor. Ata Emre Akman Parkı, bu vizyonun somut bir örneği olarak:

  • Gençlerin güvenliğini artıracak projelere ilham verecek,
  • Adalet sistemindeki eksiklikleri gündeme taşıyacak,
  • Toplumun sorumluluk bilincini güçlendirecek.

Unutmayalım: Daha güvenli ve adil bir toplum inşa etmek hepimizin elinde.


Ata Emre Akman Parkı Açıldı: Adalet ve Toplumsal Bilinç İçin Bir Adım galeri resmi 1
Ata Emre Akman Parkı Açıldı: Adalet ve Toplumsal Bilinç İçin Bir Adım galeri resmi 2
Ata Emre Akman Parkı Açıldı: Adalet ve Toplumsal Bilinç İçin Bir Adım galeri resmi 3
Yaşam Hakkı ve Çevre Düzenlemesi Etkinliği
Yaşam Hakkı ve Çevre Düzenlemesi Etkinliği
A
Ahmet Berk Özerk·
Şehit Necati Gürkaya Parkı’nda düzenlenen etkinlikte kuş yemlikleri, kedi evleri yerleştirildi, çevre temizliği yapıldı ve sürdürülebilirlik bilinci artırıldı.

Yaşam Hakkı ve Çevre Düzenlemesi Etkinliği

Bugün Şehit Necati Gürkaya Parkı’nda (Atatürk Devlet Hastanesi acil girişinin karşısında) Karesi Belediye Başkanı Sayın Mesut Akbıyık, belediye başkan yardımcıları, birim müdürleri, Balıkesir Üniversitesi değerli öğretim görevlisi Sayın Fuat Baş ve sevgili öğrenci arkadaşlarıyla birlikte anlamlı bir çevre etkinliği düzenledik.

Etkinlik kapsamında:

  • Park alanına kuş yemlikleri ve kedi evleri yerleştirildi.
  • Çevre temizliği çalışmaları gerçekleştirildi.

Proje Önerileri ve Sürdürülebilirlik Önlemleri

Fuat Baş projenin uzun vadeli başarısı için şu önlemleri önerdi:

  1. Düzenli Değişim – Kullanılan malzemelerin haftada bir ya da iki haftada bir değiştirilmesi, sistemin işlevselliğini artırır.
  2. Toplumsal Sahiplenme – Mahalle sakinlerinin projeyi sahiplenmesi ve aktif katılımı, sürdürülebilirliği güçlendirir.
  3. Sistematik Görevlendirme – Değişim ve bakım işlemlerinin planlı bir şekilde görevlendirilmesi, süreçlerin verimliliğini artırır.
  4. Eğitim ve Katılım Etkinlikleri – Gençler ve topluluk üyeleri için düzenli atölye ve etkinlikler, farkındalık ve devamlılık sağlar.

Bu adımlar, kuş yemlikleri ve kedi evlerinin uzun vadeli etkisini maksimize edecektir.


Teşekkürler

Proje kapsamında Fuat Baş, öğrenci arkadaşları, Atatürk Mahallesi Muhtarı Zeliha Ölçer, ve Karesi Belediyesi ekipleri büyük bir özveri gösterdi.

Kediler yeni yuvalarına yerleşmiş, kuşlar ise taze yemlerle beslenmeye başladı. Etkinlik, toplumsal dayanışma ve çevre bilincinin güçlenmesine önemli bir katkı sağladı.

“Küçük bir adım, büyük bir fark yaratır.”Fuat Baş

Yaşam Hakkı ve Çevre Düzenlemesi Etkinliği galeri resmi 1
Yaşam Hakkı ve Çevre Düzenlemesi Etkinliği galeri resmi 2
Yaşam Hakkı ve Çevre Düzenlemesi Etkinliği galeri resmi 3
Yaşam Hakkı ve Çevre Düzenlemesi Etkinliği galeri resmi 4
Yaşam Hakkı ve Çevre Düzenlemesi Etkinliği galeri resmi 5
Yaşam Hakkı ve Çevre Düzenlemesi Etkinliği galeri resmi 6
Depreme Karşı Bilinçlenme ve İstanbul Trafiği: Hayatları Kurtarmak Mümkün
Depreme Karşı Bilinçlenme ve İstanbul Trafiği: Hayatları Kurtarmak Mümkün
A
Ahmet Berk Özerk·
İstanbul gibi yoğun trafiğe sahip bir megakentte deprem riskine karşı alınması gereken önlemler, acil durum ulaşım stratejileri ve toplumsal bilinçlendirme çalışmaları üzerine kapsamlı bir rehber.

Depremler, insanlık tarihinin en yıkıcı doğa olaylarından biridir. Antik Yunan’dan modern Japonya’ya kadar, toplumlar bu felaketle başa çıkma yöntemleri geliştirmiştir. Ancak, İstanbul gibi yüksek nüfus yoğunluğu ve ciddi trafik sorunlarıyla mücadele eden bir şehirde, deprem riskine karşı hazırlıklı olmak, bilinçli bir yaklaşım ve doğru adımları gerektirir. Bu yazıda, deprem anı ve sonrasında hayati öneme sahip önerileri, ulaşım stratejilerini ve toplumsal farkındalık çalışmalarını ele alıyoruz.


1. Evde Deprem Anında Alınacak Tedbirler

Eşyaların Yerleşimi: Ne Yapmamalıyız?

  • Dolapları duvara sabitleyin.
  • Üst kısmı ağır eşya ya da giysilerle dolu dolapları hafifletin.
  • Yatakları, cam veya devrilebilir eşyaların uzağında konumlandırın.

Tavan ve Zemin Güvenliği

  • Yapıların kolon ve kiriş sistemlerinin güncel deprem yönetmeliklerine uygun olması şarttır.
  • Halı gibi yumuşak zemin kaplamaları, düşen nesnelerin yarattığı yaralanma riskini azaltabilir; ancak yapısal güvenlik her zaman öncelikli olmalıdır.

2. Deprem Anında Ulaşım: Asansör ve Merdiven Kullanımı

  • Asansör kullanımı kesinlikle önerilmez. Elektrik kesintisi nedeniyle asansörde mahsur kalma riski vardır.
  • Merdivenler en güvenli seçenektir. Acil durum çıkışları ve yangın merdivenleri, hızlı tahliye için tasarlanmıştır.

3. Trafik ve Acil Durum Müdahalesi

İstanbul’da yoğun saatlerde (17:00‑21:00) acil durum ekiplerinin hareket kabiliyeti sınırlı olabilir.

  • Ambulans, itfaiye ve kurtarma ekipleri şehir içinde etkili bir şekilde hareket edemeyebilir.
  • Toplu taşıma sistemlerinin aktif hâle getirilmesi, bu sorunu hafifletebilir ve kurtarma ekiplerinin ulaşımını kolaylaştırır.

4. Toplu Taşıma Sistemleri ve Deprem

  • İstanbul metroları, depreme dayanıklı altyapısı sayesinde kritik tahliye rotaları sunar.
  • Deprem sonrası haberleşme ve gıda yardım merkezleri olarak kullanılabilir.
  • Bireysel araç kullanımının azaltılması, toplu taşıma kullanımının artırılması, deprem sonrası şehir içi hareket kabiliyetini artırır.

5. Parklar ve Toplanma Alanları

  • Parklar ve açık alanlar, deprem sonrası toplanma ve barınma noktaları olarak büyük önem taşır.
  • Alışveriş merkezlerine dönüştürülen bazı yeşil alanlar, toplanma alanlarının yetersiz kalmasına yol açmaktadır.
  • Yerel yönetimlerin bu alanları koruması ve yeni toplanma noktaları oluşturması kritik bir ihtiyaçtır.

6. Deprem Bilinci ve Eğitim

  • Doğru eğitim, panik yapmadan hareket etmeyi ve en güvenli noktalara yönelmeyi sağlar.
  • Bilgi, doğru korkuyu yaratır; bu korku sizi tehlikelerden korur.

7. Bilgiye Erişim ve Doğruluk Kontrolü

  • Resmi kaynaklardan bilgi alın.
  • Sosyal medyada paylaşılan bilgilerin doğruluğunu teyit edin.
  • Gerekirse uzmanlara danışın. Yanlış bilgi yayılması, panik ve hatalı kararlar doğurabilir.

Bu rehber, depreme hazırlık konusunda farkındalık yaratmayı ve İstanbul gibi bir megakentte alınması gereken adımları vurgulamayı amaçlamaktadır. Her birey, kendi güvenliğini sağlamak için sorumluluk alabilir; daha bilinçli bir toplum, afetleri daha az kayıpla atlatır.

Mimarlık Özerk midir?
Mimarlık Özerk midir?
A
Ahmet Berk Özerk·
Mimarlıkta özerklik kavramını araştıran bu deneme, sanat, kapitalizm ve yaratıcı süreç arasındaki ilişkiye dalarak, mimarlığın gerçekten bağımsız bir disiplin olup olamayacağını sorguluyor.

Bölüm 1: Sanat Yoluyla Özerklik

Ortaçağ Avrupa'sında kabul görmüş yedi özgür sanat vardı: gramer, diyalektik, retorik, aritmetik, müzik, geometri ve astronomi. Resim ve mimarlık mekanik sanatlar olarak sayılırdı çünkü onlardan beklenen görev gördüklerini kopyalamaktı.[^1] Rönesans döneminde, burjuvazi yükselirken kapitalist pazar genişledi. Eş zamanlı olarak, sanatçılar hizmet verecekleri müşteriler bulmak için yarışmaya başladılar. Şaşırtıcı bir şekilde, yeni bir edebiyat türü ortaya çıktı: biyografi. Rönesans'ın en bilinen biyografisi Giorgio Vasari'nin "En Mükemmel Ressamların, Heykeltıraşların ve Mimarların Hayatları" (1550) adlı eseriydi. Kitaptan sonra yaratıcı işçilerin statüsü yükseldi ve mimarlık ile resim özgür sanatlar olarak sayılmaya başlandı.

Michel Foucault, Rönesans'tan modern döneme kadar olan süreyi klasik epistemenin egemen olduğu dönem olarak tanımlar.[^2] Bu dönemde sanatın konusu mutlak monarşinin yansımasıydı. Rönesans'ta, bir resmin pencereden bakıyormuş gibi gerçek bir manzara hissi vermesi gerektiği yönünde ortak bir fikir vardı. Bu fikir modern epistemeye kadar devam etti. Klasik epistemeyi örneklemek için Foucault, Diego Velázquez'in Las Meninas (1656) (Fig 1) tablosuna odaklanır. Tabloda, izleyici sadece kral ve kraliçenin perspektifini görür. Bu tablonun özelliği, odanın sonundaki boyalı aynada kral ve kraliçenin yansımasını da görebilmemizdir, bu da tezi sağlamlaştırır.

Diego Velázquez - Las Meninas (1656)

Nicolas Poussin'in Arkadyalı Çobanlar (1638 versiyonu) (Fig 2) tablosu da aynı konuyu sunar. Tabloda, bir çoban, tablonun sponsoru ve gelecekteki papa olan Kardinal Rospigliosi'ye atıfta bulunan "R" harfini işaret eder. Özetle, bu sanat eserlerinde, tablonun konuları (kavram) aynı zamanda hedeflenen izleyicilerdi. Bu nedenle, bir sanat eseri etrafındaki karakterleri üçe ayırabiliriz: sanatçı, konu veya hedef kitle ve alterite (hedef olmayanlar).

Nicolas Poussin - The Arcadian Shepherds (version 1638)

Sigmund Freud 1896'da "psikanaliz" terimini ortaya attığında, modern episteme başladı. Psikanalitik teoriye göre, yaratıcı eserde konunun kendisi mevcut değildi; sadece yaratıcının konuyu nasıl gördüğünün bir yansıması vardı. Leonardo da Vinci üzerine yazdığı denemesinde Freud, da Vinci'yi Azize Anna, Meryem ve Çocuk İsa (yaklaşık 1499–1500) (Fig 3) tablosu üzerinden analiz eder. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, burjuvazinin sanattaki hegemonyası zirveye ulaştı; sanat sık sık el değiştiren bir meta haline geldi. Böylece, sanatçının kendisi konu ve marka oldu. Geri kalan insanlar ise sanatı anlamaya çalışan alterite oldular.

Leonardo Da Vinci - St.Anne and two others (1499)

Dorian Gray'in Portresi'nin önsözünde Oscar Wilde, "Tüm sanat oldukça işe yaramazdır" der.[^4] Bu ifadeyle Wilde, sanatın sadece sanat için olduğunu, başka bir şey olmadığını ima eder. On dokuzuncu yüzyılın başlarında, bu, kapitalist müdahaleden kaçınmak için "sanat sanat içindir" diye bağıran bir hareketin parçasıydı - sanatın özerkliğini kurmaya çalışan bir hareket. Ancak Marksist yazarlar bu düşünceyi kabul etmediler. Sanatın özerk olamayacağını; ideoloji tarafından şekillendirildiğini iddia ettiler. Marksistler için sanat ya ideolojileri beslemeli ya da yıkmalıdır. Marksistlerin düşünceleri şöyle çevrilebilir: sanatın konusu diğerleri olmalı ve sanat propagandif olmalıdır.

Jacques Lacan, 1949 tarihli "Ben'in Oluşturucu İşlevi Olarak Ayna Evresi" adlı denemesinde özerkliğin yanlış fikrinden bahseder.[^5] Bir öznenin zihinsel durumunun bilinçaltındaki ayna imajına bağlı olduğunu savundu. Lacan'ın senaryosunda, on sekiz aylık bir bebek, annesinin elinin desteğiyle bir aynanın önünde durur. Bebek eli göremez; bu nedenle özerk bir özne olduğunu düşünür. Lacan'a göre, özne aynı yanlış fikri yetişkinliğe de taşır. Jean-Paul Sartre, Varlık ve Hiçlik (1943) adlı eserinde bu kör noktayı "kaygı" olarak tanımlar.[^6] Bu yüzden onu görmek istemeyiz.

Bölüm 2: Özerkliğin Üretimi

Yaratıcı işçiler, yaratıcı eserler üretir. Bunu yapmak için üretim araçlarını kullanırlar. Marx'ın belirttiği gibi, bu araçlar sermaye tarafından rehin alınmıştır. Eğer yaratıcı olanın araçları yoksa, neden ve nasıl yaratır? Yaratıcı işçiler iki gruba ayrılabilir: yaşamak için yaratanlar ve yaratmak için yaşayanlar. İkisi arasındaki temel fark öncelikleridir. İlk grup, ürettikleri metayı takas ederek başka değerler toplamaya çalışırken, ikinci grup çalışmalarıyla kendilerini gerçekleştirmeye çalışır. Wilde'ın "sanat işe yaramazdır" sözünü yeniden ifade eder ve yaratıcı eserin bir değeri olmaması gerektiğini kabul edersek ve bunu özerkliğin temeli olarak kabul edersek, bir yaratıcı işçinin özerk olmak için bir işçi olmaması gerektiği ortaya çıkar. Çünkü işçi olmak, en başta özerkliğinizi satmaktır.

Guy Debord, Gösteri Toplumu (1967) adlı kitabında "gündelik hayatın sömürgeleştirilmesinden" bahseder. Bahsettiği gibi, kapitalizm medya ve reklamlar aracılığıyla öznelerin narsist ve konformist iradelerini besler. Bu nedenle, post-Fordist kapitalizmin bir öznesi olarak bir mimar da bunu içselleştirir. Kariyerinin başlarında, sadece özerk olarak, sadece kendisi olarak lüks ve ayrıcalıklı bir hayat hayal eder. Bu ona bir süre devam etme ve itaat etme motivasyonu verir. Kamunun gözü önünde sürekli parlatılan mimarlık idollerini incelediğimizde, onların gerçekten özerk, özgür iradeli karakterler olduğunu söyleyebilir miyiz? Yoksa gönüllü kuklalar mıdırlar?

Yukarıdaki teoriler, yaratıcının araçlara sahip olmadığı duruma odaklanır ve bu durumun özerk olmadığını iddia eder. Peki ya araçlara sahipse? O zaman özerk olamaz mı? Rönesans'ta, bazı burjuvalar kendilerini aynı anda sanatçı, filozof ve mimar olarak kutluyorlardı ve kendileri için harika şeyler yapıyorlardı. Kendi mimarlık eserleri özerk mimarlık olarak sayılabilir mi? Eğer öyleyse, gecekondulara da özerk mimarlık oldukları için teşekkür etmeliyiz.

Mimarlığa benzer bir yaratıcı işe bakalım. Sanat, sanatçının üretimidir. Heykel, heykeltıraşın üretimidir. Mimarlık, mimarın üretimi midir? Yoksa daha çok bir kooperatif üretimi midir? Bu, nihayetinde tasarımın üreticisine ait olan bir tasarımcının sahip olduğu bir tasarıma oldukça benzer. Matematiksel bir denklem olarak şöyle olurdu: Mimar, talep üzerine mimari tasarım üretir. Sermaye, üretim araçlarını elinde tuttuğu için mimari tasarımı güçlendirir. Mimari tasarım artı üretim araçları, sermayeye ait bir mimariye eşit olur. Mimarın tasarımı ekonomik bir değer karşılığında yaptığını göz ardı ederken, sermaye üretim araçlarını paylaşarak azalır. Sermayenin doğası gereği büyümek ister. Ve bu ancak bu ilişkinin bir meta (meta) üretmesiyle olur.

Bir meta, değerini karşılaştırmayla alır. İki şeyi karşılaştırmak için, her ikisinin de aynı temellere sahip olması gerekir. Özerklik özgürleşmeyi gerektirdiğinden ve özgürleşme özgünlüğü getirdiğinden, özerk ürünlere değer biçmek zordur. Bu nedenle, sermaye tarafından dirençle karşılanırlar. Yukarıdaki ilişki denklemine göre, sermaye bir yatırım için özerk bir mimar istemez.

Mimarlık o zaman nedir ve pratik olarak tanımlanmak için neye ihtiyacı vardır? Bir form tasarımı olmalıdır. Planda belirtildiği gibi gerçekleştirilmeli ve bir özne veya alterite olabilecek canlı bir kullanıcıyla etkileşime girmelidir. Ancak mimar özne olamaz. Eğer olsaydı, bu profesyonel bir mimarın işi olmazdı. Bu nedenle özerk olamaz. Bu, mimari praksisin bir paradoksu haline gelir. Praksis, bir teorinin özerk olarak uygulanmasına ihtiyaç duyar. Ancak mimar özerk olamaz çünkü pratiğin kendisi kendisi tarafından yapılmaz.

Sonuç olarak, mimarlığın, yapımcılarının özerkliği sınırları içinde kaldığını söyleyebiliriz. Grafikte gösterildiği gibi, mimarlığın kendi özerkliği yoktur; sadece öznenin özerkliğine uyar ve onu kendi özerkliği gibi hisseder. Yani mimarlık kapitalizmde özerk değildir.

Özne Diyagramı

Sistemler Yoluyla Özerklik

Kapitalizmde kimin özerkliği vardır? Adından da anlaşılacağı gibi, sermaye özerklikle ayrıcalıklandırılmıştır. Dolayısıyla "işçi"nin aynı zamanda özerkliği olmayan kişi anlamına geldiğini söylemek doğru olur. Bu fikir, herkesin bir işçi olduğu ve kimsenin kendi özerkliğine sahip olmadığı, ortak iyinin bireyselliği bastırdığı komünizmle de örtüşür. Marksistlerin dediği gibi, hiç özerklik yoktur. Bu düzen sistemlerinden ayrı olarak, anarşi herkesin kendi özerkliğine sahip olması gerektiğini öne sürer. Ancak o zaman kooperatif üretim tehlikeye girer.

Yani, eğer mimarlık özerk olmak istiyorsa, "mimarizm" içinde var olmalı veya orta sınıf/beyaz yaka otoritesi, bir profesyonellik tiranlığı veya bir teknokrasi altında yaşamalıdır. Özerk mimarlık hayal ettiğimizde, şöyle bir resim var: eğitimli profesyonellerin işlerinde özerk olduğu bir sistem. Yani, mimarlık için, sakinlerin özerkliği olmamalı veya yaşam alanlarında etkili olmamalıdır. Mimarlar bilir ve yaparlar. Mülk sahipleri bile etkili olmamalıdır. Sonuçta, mülkiyet nedir ki?

Bu bir profesyoneller diktatörlüğü gibi mi görünüyor? Sistem profesyonellerin mesleklerini özerk olarak yapmalarına izin verse bile ve diyelim ki "ben" olma veya daha özerk olma rekabeti yok, o zaman mimarlar neden tasarım yapacaklar? Tanıtım, deney, kamu yararı veya otoritelerinin inançları için. Belki de önce praksis için bir yemin olmalı?

Ek sorular:

  1. Kağıt mimarlığı, mimarlığın bir praksisi midir?
  2. Teori, mimari praksisi uygulamak için yeterli midir?
  3. Mimari praksisin gerekli koşulları nelerdir?
  4. Bir mimarın praksisi nedir?

Makale odaklı cevaplar:

  1. Kağıt mimarlığı, teoriye bir eklentidir, bir praksis değildir.
  2. Bir teori, praksisi uygulamak için yeterli değildir.
  3. Mimari praksis, içinde canlı kullanıcıların bulunduğu, özerk olarak tasarlanmış ve uygulanmış bir ortamı içerir.
  4. Mimari praksis, kişinin kendi ortak iyi teorisine olan inancını özerklikle uygulamasıdır.

Peki, mimarlık özerk midir? Hayır, değildir. Aynı anlamda değil. İrrasyoneldir.


Referanslar

[^1]: Aquinas, Thomas. (1969). Summa Theologiae. [^2]: Foucault, Michel. (1970). The Order of Things: An Archaeology of the Human Sciences. Pantheon Books. [^3]: Freud, Sigmund. (1910). Five Lectures on Psycho-Analysis, Leonardo da Vinci and Other Works. The Hogarth Press (1957). [^4]: Wilde, Oscar. (1890). The Picture of Dorian Gray. [^5]: Lacan, Jacques. (1949). "The Mirror Stage as Formative of the I Function." [^6]: Sartre, Jean-Paul. (1943). Being and Nothingness.

Mimarlık Özerk midir? galeri resmi 1
Mimarlık Özerk midir? galeri resmi 2
Mimarlık Özerk midir? galeri resmi 3
4. Boyutta Yürümek
4. Boyutta Yürümek
A
Ahmet Berk Özerk·
Mimari mekanların zaman ve kullanım tarafından nasıl tanımlandığı ve dönüştürüldüğü üzerine bir düşünce, tasarımda 'mükemmel an' kavramını sorguluyor.

Mekanın anı üzerine bir soru.

Mimarlar ne yapar?

Sağduyu, mimarlığı inşaat tasarımıyla ilişkilendirir. Ancak mimarlar daha çok mekân planlamasıyla ilgilenirler. Mekân hakkında yazılmış çeşitli tanımlar olsa da, mekân içindeki pratiklerin, mekânların gerçek tanımlayıcı aktörleri olduğu açıktır. Ancak pratikler gelir ve gider. Bu nedenle, onların zamanla güçlü bir şekilde ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, mimarların mekân kullanımını da planladığını kabul edersek, konunun zaman ve koşullarla sınırlı olduğunu da göz önünde bulundurmalıyız. Bu tezle, mimarların insanlar, zaman ve koşulların mükemmel olduğu o "mükemmel an" için tasarım yaptığını varsayabiliriz.

Aynı yer, farklı mekânlar.

Mekanın, mekan pratiğiyle nasıl değiştiğini anlamak için, farklı pratikler yapan farklı insanlarla aynı açıdan ve aynı formda oluşturulmuş bu dört resme bakabiliriz.

The Construction

İlk resimde eldivenli oturan bir adam görüyoruz. Yerde bir çaydanlık ve boya kovası var. Pencerelerde etiketler var. Bu an, inşaat devam ederken doğal bir sahne. Öte yandan, zaten bir mekân olarak kullanılıyor.

The Office

İkinci resimde, pencerenin ve masanın önünde duran bir kadın görüyoruz. Mekân sert unsurlar içeriyor, bu yüzden bir ofis olabilir. Ve zaman gün batımı olabilir. Öyleyse diyelim ki, bu mimarın planıydı. Bu, konunun mükemmel anıydı. Ama ya binanın ekonomisi çökerse? Mimarlık da çöker mi?

The Ruin

Bu üçüncü resimde, kışın yerde uyuyan evsiz bir kadın görüyoruz. O anda mekân hala aynı mı? Mekanın kullanımı değişti, karakterin perspektifi değişti, çevreden beklentiler de değişti. En önemlisi, mekândaki pratikler değişti, bu yüzden mekânın tanımı da değişti. İkinci resimde mekânın adı ofisti ve ofis olarak tasarlanmıştı. Şimdi ise başka bir sığınak.

The Home

Son olarak, şimdi aynı yeri bir ev olarak görüyoruz. Örnekler gösteriyor ki, ister mimar olun ister mülk sahibi, mükemmel kontrol bir efsanedir. Hayat devam eder, çatlaklar ihtiyacı olanlar tarafından doldurulur. Ancak, hepimizin aktarabileceği bir şey var: anlar. Her resim aslında günün farklı zamanlarından. İnşaatta saat sabah 7. Ofiste saat akşam 5. Harabede neredeyse gece ve evde yağmurlu bir öğleden sonra. Ama asıl mesele şu ki, eğer şehir değişmezse, aynı mevsimde ve aynı saatte dördü de aynı gün batımını görecek. Louis Kahn'a selam olsun.

4. Boyutta Yürümek galeri resmi 1
4. Boyutta Yürümek galeri resmi 2
4. Boyutta Yürümek galeri resmi 3
Mimarlık Kapitalizmin Ayrılmaz Bir Parçası mı?
Mimarlık Kapitalizmin Ayrılmaz Bir Parçası mı?
A
Ahmet Berk Özerk·
Bu yazı, mimarlığı yozlaştırılamaz kılmak için alternatif erdemlerle tanımlamayı amaçlayarak, mimarlar, sermaye ve mimari pratiğin tanımı arasındaki karmaşık ilişkiyi araştırıyor.

Bir meslek olarak mimarlık, çalışmak ve var olmak için bir talep edenden (büyük olasılıkla kapitalist bir mülk sahibi) girdi alır. Buna karşılık, mimarlar değerlerini talep edene verirler. Bu ilişki mimarlığı tanımlar. Nihai ilişki bu kadar basit olsa da, kapitalizmle olan bağları ortaya çıkarmak için mimarlığın moleküllerine dalmalı ve onu bileşenlerine ayırmalıyız. Bu yöntemle, bu yazı mimarlığı, en azından başkaları tarafından yozlaştırılamaz kılmak için alternatif erdemlerle tanımlamayı amaçlamaktadır.

Mimar, hizmetini bir değer olarak satar. Ama kime? Büyük olasılıkla kapitalist güce. Neden? Öncelikle yiyecek almak, sonra bir barınak ve güvenlik sahibi olmak, ardından statü kazanmak, sonra özsaygı ve nihayet kendini gerçekleştirmek için. Özetle, Maslow'un piramidini tamamlamak için. Daha kapsayıcı bir ifadeyle, iyi yaşamak için. İyi yaşamanın tanımı kapitalist otoriteler tarafından ilan edilmiş olsa da, kapitalizmin işçi kölelerini bu şekilde avlaması kişisel bir sorundur ve konfor için itaat etmek olarak tanımlanabilir.

İkinci olarak, kapitalistlerin tarafından bakıldığında, mülk sahipleri imajlarını somutlaştırmak ve ifadelerini enjekte etmek, emirleriyle yönetmek ve başkaları üzerinde çalışmak için mekâna olan ihtiyaçlarını beslemek üzere mimarlara ihtiyaç duyarlar. Bu, öncelikle bir banka, bir otel, bir hastane veya bir iş merkezi gibi bir işleve sahip inşa edilmiş bir mekâna ihtiyaçları olduğu anlamına gelir. Artı, post-Fordist Kapitalizmde, her yatırımın kısa sürede piyasada aktif hale gelmesi gerekir, bu yüzden müşteriler tarafından en yakın zamanda ulaşılabilir olması daha iyi olur. Bu nedenle, tasarımı daha sonra gelir. Bu yüzden tasarım sürecindeki kararlar, zaman kazandıracak ve kâr için daha iyi olacaksa bir mimar tarafından tanımlanabilir. Bu nedenle, mimarlar özerk hissedebilirler. Ancak, kapitalist güç olmadan inşa etme yetenekleri olmadığını akılda tutmalıdırlar. Ayrıca, onlar sadece kum havuzunda oynuyorlar. İşte özerklik sorunu budur. Mimarın tanımlanmış bir görevi varsa bu özerklik sayılır mı?

Bu yazı, tanımların matematik problemleri gibi göründüğünü kabul eder. İki farklı tanımı toplarsak, bir toplam tanım elde edebiliriz. Mimar, toplam bir tanım olarak, bir bina tasarımcısı ve bir yöneticinin toplamı olabilir (Fig.01). O bir bina tasarımcısıdır çünkü tasarım yapabilir, ancak sadece bir bina tasarımcısı olamaz çünkü eğitimsiz veya deneyimsiz bir kişi bile bir bina tasarlayabilir. Bir mimarın tasarımının uygulanabilir, zaman açısından verimli ve bir işbirliği süreci olması gerektiğinden, müşteriye rapor vermek için yönetim yeteneklerine de ihtiyacı vardır. Bu da onu aynı zamanda bir yönetici yapar.

Yöneticiler araçlar gibidir ve yönetim kısmının büyük olasılıkla kapitalizmin ayrılmaz bir parçası olduğunu söylemek kolaydır. Kendilerine ait değerleri veya kişisel fikirleri yoktur. Sadece otoritelerin değerlerini hedeflerler, tıpkı mimarlarda olduğu gibi. Satın alınabilir/satılabilir mallar üretmeye çalışırlar. Bir mimar meta üretirken aynı şeyleri yapsa da, salt yönetimi mimarlıktan ayırmalıyız çünkü bir yönetici tasarımı yönlendiremez veya tasarım sürecine katkıda bulunamaz; bir yönetici onu sadece satın alabilir, kiralayabilir veya bir mülk sahibi gibi isteklerini dikte edebilir.

Denklemler yaparken, daha derine inmek için sanatı ve tasarımı da ayırabiliriz. Foucault'nun dediği gibi, insan tarafından yapılan her şeyin bir ifadesi varsa, yaratım sürecinin kendisinin de bir ifade taşıdığına bağlanabilir. Hem sanat hem de tasarım, bir ifadeyle yaratım sürecinin sonuçlarıdır, ancak kullanımlarıyla ayrılırlar.

Sanat nihai üründür. Bir sanatçı tarafından nihai şekline getirilir. Nihai bir sonuç olarak yapılır. Büyük olasılıkla tek bir kopyadır ve sadece sanatçıya hizmet eder. Öte yandan, bir tasarım daha çok üretimin kendisinden ziyade inşa etmek için bir yöntem gibi hissettirir. Tasarımcı tarafından somutlaştırılabilir, ancak başkaları tarafından da somutlaştırılabilir. Benzer şekilde, tasarımcıya hizmet edebileceği gibi başkalarına da hizmet edebilir. Sanat yeniden şekillendirildiğinde bozulabilir çünkü her yeni olan bir öncekinin takipçisi olur, ancak bir tasarım formunu korur. Bunun altında, mimarlık bir sanat mıdır yoksa bir tasarım mıdır? Karıştırıldığında, sanat endüstrisi aynı anda aynı sorunu yaşar mı?

Alıcı, mülk sahibi, talep eden. Hepsinin eksiklikleri aşikârdır. Plan yapamazlar; sadece nakit verebilirler. Yönetemezler; sadece güç kullanabilirler. Yaratamazlar veya hayal edemezler; sadece isteyebilirler. Onlar için toplam sorun üretememeleridir; üreticilere ihtiyaçları vardır. Bu üreticileri kullanmak için, kendileri tarafından önceden tanımlanmış bir değer olan para birimini kullanırlar. Dahası, onlar tarafından kullanılan üreticiler, yine mülk sahipleri tarafından önceden tanımlanmış bir değer olan konforu elde etmek için para birimini kullanırlar.

Sonuç ve kapitalizmin ayrılmaz bir parçası olmaya karşı ütopik bir çare olarak: Eğer bir mimar, mülk sahibinin konforu için taleplerine itaat etmezse ve aynı zamanda bir tasarımcı veya sanatçı ve bir yönetici olduğundan, kendi ve mülk sahibinin kapitalist kârından ziyade ortak çıkar için tasarım yaparsa ve yine kendi ve mülk sahibinin kapitalist kârından ziyade ortak sorumlulukla yönetirse, kapitalizmin ayrılmaz bir parçası olmaktan kurtulabilir. Eğer mesleğini yapmaya devam edebilirse.


Kaynakça

  • Adam, Robert. 2012. "The New Global Era and the Global Elite." In The Globalization of Modern Architecture, by Robert Adam, 75-108. Newcastle: Cambridge Scholars Publishing.
  • Aureli, Pier Vittorio. 2014. "Manfredo Tafuri, Archizoom, Superstudio, and the Critique of Architectural Ideology." In Architecture and Capitalism: 1845 to present, by Pier Vittorio Aureli, 132-147. New York: Routledge.
  • Aureli, Pier Vittorio. 2011. The Possibility of an Absolute Architecture. Cambridge: MIT Press.
  • Aureli, Pier Vittorio. 2011. "Toward The Archipelago." In The possibility of an absolute architecture, by Pier Vittorio Aureli, 1-46. Cambridge: MIT Press.
  • Hirst, Paul. 1993. "Foucault and Architecture." In AA Files, 52-60. London: Architectural Association School of Architecture.
Mimari Praksis Özgürleştirici Bir Proje midir?
Mimari Praksis Özgürleştirici Bir Proje midir?
A
Ahmet Berk Özerk·
Mimari pratik, sermaye korkusu ve pratik ile praksis arasındaki ayrıma paradoksal bir bakış açısı getirerek, mimarlığın gerçekten özgürleştirici bir proje olup olamayacağını sorguluyor.

Mimari Pratik ve Sermaye Korkusu

Mimar olmak paradoksal bir meslektir. Disiplin ve pratik nadiren birbiriyle örtüşür. Disiplin, bir mimarın durumun sorununa cevap vermesi gerektiğini, yaratıcı olması ve bunu özgün bir şekilde çözmesi gerektiğini söylerken, pratik özgünlükten kaçınır ve kendini "güvenli" kararlarla savunur. Bu durum genellikle piyasada ve akademide aynıydı. Bu, Ayn Rand'ın Fountainhead romanını birçok yönden hatırlatır.[^1]

Roman, mimarlık üzerine idealleri olan ve kendisinden asla taviz vermeyen bir mimara odaklanır. Ancak bu, absürt derecede zordu. Bütün piyasa, akademi, kamuoyu ona karşıydı. Süslü tarihsel imaları sıkı bir şekilde savunuyorlardı ve kamusal olarak önde gelen bir otorite tarafından yönlendiriliyorlardı. Roman on dokuzuncu yüzyılın başlarında geçse de, bir mimara odaklanmış olsa da, bu herhangi bir meslek için yeni bir şey değil, pratik ve praksis arasındaki ayrımın güçlü bir örneğidir.

Marx'a göre,[^2] Kapitalizm kendini göstermek için yeni yollara ihtiyaç duyar, ancak bu eylem asla tekrarı engellemez. Aslında, onların asıl amacı aynı şeyleri yeni gibi satmaktır. Bu şekilde, Kapitalizm önceki "yenilikleri" elden çıkarıp yeniden kullanabilir ve aktörleri asla değiştirmez. Tıpkı Ayn Rand'ın romanında otoriteyi ima ettiği gibi. Modayı belirleyen ve bireyleri linç eden bir otorite, bu sayede bilinen aktörleri kontrol eder.

Mimarlık, diğer yaratıcı mesleklerden ayrılır. Diğerleri teorilerini bireysel olarak uygulayabilirken, mimarlar sermaye ve diğer profesyonellerle işbirliği yapmak zorundadır. Bu durum özgürleştirici eylemi kilitler. Bu durumda, mimarların gerçek pratiğinin ne olduğunu yeniden düşünmeliyiz. Çünkü eğer bir mimar kendi pratiğinde özerk bir faktör değilse, bu mimarın pratiği olarak sayılabilir mi?

Mimarların mimaride özerk faktörler olamamasının birkaç nedeni vardır. Ancak bunları bir mücadelenin, yani sermayenin ve mimarın iradesi arasındaki mücadelenin sonuçları altında toplayabiliriz. Sermaye kendini ifade etmek için bir mekân isterken, mimar da kendi teorisini uygulamak ister. İlk başta bu karşılıklı görünebilir, ancak bir çelişki anında otorite ortaya çıkar ve kendini gösterir. Sermaye, kültürü, inancı, faydacı faktörleri veya güvenlik iradesi nedeniyle baskı hissettiğinde, kimin iradesi bir kenara bırakılacaktır? Mimarın.

Sermaye, işçileri asgari ücretle (sadece yaşamak ve varlığını sürdürmek için yeterli olan değer) çalışması gereken ve yeri doldurulabilir kişiler olarak görür. Kropotkin'in dediği gibi:[^3]

...modern bir işçinin ideali, herhangi bir el sanatı bilgisi olmayan, çalıştığı sanayi hakkında hiçbir fikri olmayan, bütün gün ve bir ömür boyu aynı küçücük parçayı yapmaktan başka bir şey yapamayan bir erkek ya da kadın, hatta bir kız ya da erkek çocuk gibi görünüyor.

Sermayenin işçi ve irade görüşü karşısında, işçiler siner ve itaat ederler. Çoğu durumda, "yaratıcı" bir işçi olarak bir mimar da aynı şeyi hisseder. Çünkü on dokuzuncu yüzyılın aksine, yirminci yüzyılın yaratıcı işçisini bulmak ve değiştirmek kolaydır ve ayrıca değiştirilme korkusu nedeniyle aynı işi yapar. Dahası, işi tekrar tekrar aynı olmaya devam eder.

Mimari Praksis ve Özgürleşme Arayışı

Praksis tanımında, Güven Arif Sargin iki önemli isme ve onların tanımlarına atıfta bulunur:[^4]

Karl Marx'a göre praksis, devrimci/dönüştürücü bir siyasi angajmandır; şunu hatırlamalıyız ki, bu angajman düşünme ve eyleme arasında diyalektik bir süreç kurar ve kasıtlıdır. Hannah Arendt, Marx'ın argümanını bir adım ileri taşır ve praksisin özgürleştirici olan şey olduğunu söyler. Ona göre, özgürleştirici olmayan bir düşünme ve eyleme birliği gerçek praksisi temsil etmez.

Referanslara göre, praksis yalnızca bireyin kendi doğruluk inancına göre iyi olduğuna inandığı niyetli eylemle var olur. Doğal olarak, bu eylem büyük bir sorumlulukla gelir ve hedef haline gelmeye neden olur. Bu caydırıcı yansımalara rağmen, bunu birkaç yöntemle yapmak mümkündür.

Birincisi, bireysel olarak uygulanabilir. Bir bireyin sermaye karşısında bir kale olabilmesi ve praksis ile direnebilmesi mümkündür. İnançlarını somutlaştırabilir ve onurunu koruyabilir. Yine de, konu mimari praksis olduğundan, önceki bölümde belirtilen tanımlar nedeniyle sonuç praksisinin mimari bir praksis olup olmadığı sorgulanabilir. Bunu örneklemek için, işte makalenin praksis hayaline göre praksisini yapan bir mimar.[^5]

Amerikalı mimar Lebbeus Woods (1940-2012), yaklaşımını siyaset üzerine kurarak "kağıt üzerinde" mimarlık üreten istisnai bir mimardı.... Kariyeri boyunca Woods, metinler, stüdyo çalışmaları, kitaplar ve her şeyden önce çizimler dahil olmak üzere kapsamlı bir şekilde üretim yaptı.... Eserlerinin "mimari ürün" olarak kabul edilmesi için mimarlığın disipliner sınırlarını genişletmek amacıyla.

Burcu Köken'in makalesine göre, bir çizim hala bir teori olduğundan, Woods'un çizimlerini mimari bir praksis olarak sayabilir miyiz?

İkinci yöntem, praksisi oligarşik bir eylem olarak uygulamaktır. Bu yöntemle ilgili soru şudur: Bir grup insanın, birbirlerini etkilemeden, aynı teoriye, aynı iyilik inancıyla ve aynı doğruluk inancıyla inanması mümkün müdür?

Ayn Rand'a göre bu mümkün değildir. Bir fikrin mülkiyeti bir gruba ait olamaz; yalnızca bir bireye aittir. Bir grubun beyni diye bir şey yoktur. Sadece bir bireyin beyni vardır. Ancak epistemolojik olarak, hakikat (aletheia) tektir ve her birey kendi geçmişinden sıyrıldığında onu görebilir. Farklı isimler verebilirler veya farklı davranabilirler, ancak bu onların farklı praksislere sahip olduğu anlamına gelmez. Bu nedenle, bu makale, mimari praksisin ancak, teoriyi bulan ve ona iradeyle inanan, başkalarının kabulünü beklemeden ama yine de birlikte hareket eden katılımcıların oligarşik bir eylemi koşulunda özgürleştirici bir proje olabileceğini ima etmektedir.

Üçüncü ve son praksis yöntemi, önceki paragrafta belirtildiği gibi kitlesel bir eylem olarak gerçekleştirilebilir. Ancak, önceki bölümde belirtildiği gibi bu bir mimari praksis olamaz. Yine de, bu kitlesel eylem yalnızca katılan bireylerin ütopyalarıyla gerçekleşir. Bu ütopyaların hakikat etrafında dönmesi ve neyin iyi olduğuna dair yakın inançları içermesi gerekir. Bu durumda, mimarların görevi, korkusuzca dimdik durarak ve dikte etmeden örnek olarak ütopyalarını somutlaştırmak olacaktır.

Son bir soru. Mimari praksis özgürleştirici bir proje midir? Eğer bireyler ve bir grup olarak durmazlarsa, değildir.


Referanslar

[^1]: Rand, Ayn. 1943. The Fountainhead. [^2]: Karl Marx, Friedrich Engels. 2013. Kominist Manifesto. Istanbul: Yordam. [^3]: Kropotkin, Pëtr. 1898. Fields, Factories and Workshops. [^4]: Sargin, Güven Arif. 2014. "Mimari Praksis: Etik, Toplumculuk ve Direnç[1]." mekân_praxis. 9 28. Link. [^5]: Köken, Burcu. September 2015. "Drawing As A 'Critical Act': Fiction And The Unconventional Architecture Of Lebbeus Woods." A Thesis Submitted To The Graduate School of Natural and Applied Sciences of Middle East Technical University in Partial Fulfillment of The Requirements for The Degree of Master of Architecture in Architecture.

Mimarlık Politik midir?
Mimarlık Politik midir?
A
Ahmet Berk Özerk·
'Politik' ve 'ifade' tanımlarını inceleyerek mimarlığın doğası gereği politik mi yoksa politik ifade için bir araç mı olduğunu araştıran tartışmacı bir deneme.

Bu soruyu incelemek için, bu yazı öncelikle politiğin ne olduğuna odaklanır. Ardından politik olmanın koşullarını açıklamaya çalışır. Son olarak, mimarlığın politikselliği hakkında sağlam bir ifade oluşturmak için politik olma yeteneği ile politik araçları birbirinden ayırır.

Politik terimi[^1] Aristoteles tarafından ortaya atılmıştır. Onun tanımına göre: polis ile ilgili olan ve polisi ilgilendiren şeyler politiktir. Yazı, polisin artık kamusal olduğunu, dolayısıyla evrimsel olarak kamusal ile ilgili olan ve kamuyu ilgilendiren şeylerin politik olduğunu ima eder. Pier Vittorio Aureli, The Possibility of an Absolute Architecture adlı kitabında siyaseti insanlar arasındaki boşluk[^2] olarak tanımlar. Bu kabul edilebilir bir ifadedir çünkü insanlar sosyal yaratıklardır. İnsanlar birbirleriyle ilişki içindedir ve ilişki kurmak için araçlar kullanırlar. Bu araçlar, insanların dokunduğu veya inşa ettiği şeylerdir.

İlişki kurarken, sürekli olarak birbirlerini etkilemeye veya etkilenmeye çabalarlar. Zihinden zihne olan bu etkiler mutlak ve doğrudan değildir. Bu etkiler, şeyler aracılığıyla iletilir; diyelim ki araçlar veya Foucault'nun terimleriyle ifadeler[^3]. İfadeler bir tarih, bir fikir, başkalarının veya kendinizin bir propagandasını taşır. Bir kelime, bir ses, bir tasarım, bir emir veya bir bina gibi farklı biçimlerde görülebilir. Bir ifadenin tek koşulu, doğal olmaması, yani kültürlenmiş olmasıdır.

Bu yazının konusu olarak, şimdi insanlar ve aralarındaki boşluk var. Bu boşlukta ifadeler var. Siyaset, insanlar arasındaki boşlukta bu ifadelerin ticaretidir. Buna bağlı olarak, her ifade, başkalarını hedefleme doğası gereği politik bir şeydir.

Mimarlık bir ifade midir?

Bu soruyu incelemek için, mimarlığın ne olduğunu tanımlamalıyız. Kendi özgün pratik amacına göre mimarlık, bir kişiyi barındıran sınırlayıcı bir mekândır. Barınağın insanlar için mi yoksa insanlardan ayrı olarak çevreye karşı mı yapıldığı sorgulanabilir.

Her barınak bir mimarlık mıdır? Olmamalıdır çünkü barınak doğal da olabilir. Dahası, mimarlık mimarlara ihtiyaç duyar (meslekten ayrı olarak, bu yazı mimarı bir yaratıcı olarak kabul eder). Bir kişi tarafından yaratılmış bir barınak bile, hala başkaları için olduğu anlamına gelmez. Mimarlık kişisel de olabilir.

İzole bir gezegende bulunan bir kişi hayal edin. İklime karşı, bir barınak tasarlayıp şekillendirmesi mümkün olabilir. Bu durumda, kendi barınağının mimarı olurdu. Dahası, barınaklar mimarlık olurdu. Tasarımın kendisi tarih, otorite bilgisi veya kişisel fikir ifadeleri taşısa bile, kendisi için yaratıldığı için bir ifade olmazdı. Çünkü bu koşullarda, insanlar arasındaki boşluk sonsuz olurdu. Bu nedenle bu yazı, mimarlığın bir ifadeden veya politikadan daha ayrıcalıklı olduğunu ima eder.

Post-yapısalcı[^4] algılardan kaçınmak için bir durumu anlarken açık olmalı ve iyi sıralamalıyız. İnsan sosyal bir varlık olsa da, kamudan ayrı yaşayabilir ve çevre insan olmadan da var olabilir. Bir insanın çevrede var olduğu bir durumda, ifade olmadan mimarlık yaratabilir. Bu yüzden bu yazının sırası şekil 1'deki gibidir.

Peki ya bir insan kamudaki diğer insanlar gibi bir kişiyse ve mimaride yaşamıyorsa ama mimarlık arasında yaşıyorsa? Elbette mimarlık, birbirleri arasında bir şey olurdu. Şekil 2. Mimarlık bir ifade haline gelirdi.

Yazının ima etmeye çalıştığı gibi, ifade farklılaşır. Bir kişi insanlardan başka bir şeyi hedeflerse bir ifade olmayacaktır; öte yandan, insanlarla ilişki kurmak için her araç bir ifade haline gelir.

Tamam, mimarlık kamuda bir ifade haline geldi ama politik mi? Tıpkı bir ifade haline gelirken olduğu gibi, politik de olur. Yine de, buna tercih edilen cevap şudur: Mimarlık, onu yaratanların elinde politik bir araçtır. Bu cevaplarla yazı, mimarlığın kendi başına politik olmadığını, onu politik yapan şeyin yaratıcıların başkalarını etkileme amacı ve çabası olduğunu ima etmeye çalışır. İşte bu yüzden sadece insanlar siyaset yapar ve bu siyasi kararların araçları politik araçlar haline gelir.


Kaynakça

  • Aureli, Pier Vittorio. 2011. "Toward The Archipelago." In The possibility of an absolute architecture, by Pier Vittorio Aureli, 1-46. Cambridge: MIT Press.
  • Belsey, Catherine. 2002. Postyapısalcılık. Ankara: Dost Kitapevi.
  • Hirst, Paul. 1993. "Foucault and Architecture." In AA Files, 52-60. London: Architectural Association School of Architecture.

Referanslar

[^1]: Aristotle. 2000. Politics. Edited by Paul Negri. Translated by Benjamin Jowett. New York: Dover Publications. [^2]: Aureli, Pier Vittorio. 2011. The Possibility of an Absolute Architecture. Cambridge: MIT Press. [^3]: Hirst, Paul. 1993. "Foucault and Architecture." In AA Files, 52-60. London: Architectural Association School of Architecture. [^4]: Belsey, Catherine. 2002. Postyapısalcılık. Ankara: Dost Kitapevi.

Yerel Seçimler ve Otokratik Rejim: Kent ve Çevre Üzerindeki Etkileri
Yerel Seçimler ve Otokratik Rejim: Kent ve Çevre Üzerindeki Etkileri
A
Ahmet Berk Özerk·
31 Mart 2019 yerel seçimleri, otokratik rejimin yerel yönetimlerdeki müdahaleleri, kentsel rant ve çevre tahribatı bağlamında inceleniyor. Demokrasi, sürdürülebilir kentsel planlama ve toplumsal direncin önemi vurgulanıyor.

31 Mart 2019 yerel seçimleri, merkezileşme ve otoriterleşme politikaları çerçevesinde, ekonomik ve sosyal kriz koşullarında gerçekleşecek. Olağanüstü hâl koşullarında yapılan anayasa değişikliği, 24 Haziran seçimlerinden sonra yürürlüğe girerek otokratik rejimin fiilen devreye girmesine yol açtı. Bu süreçte algı yönetimiyle rejim halka benimsetilmeye çalışılıyor.

Otokratik Rejimin Yerel Yönetimlere Müdahalesi

  • Yerel yönetimlerin merkezi hükümet tarafından devre dışı bırakılması
  • Yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılması
  • Üniversitelerin bilimsel özerkliğinin yok edilmesi
  • Toplumsal muhalefet ve meslek kuruluşlarına artan baskı

Bu ortam, yaklaşan ekonomik krizin yaşam koşullarını daha da ağırlaştırıyor.

Seçimlerin Toplumsal Muhalefet İçin Önemi

Otokratik rejimin hâkim olduğu bir dönemde yapılacak yerel yönetim seçimleri, toplumsal muhalefetin ilk sınavı niteliğinde. Bu yüzden 31 Mart 2019 yerel seçimleri Türkiye’nin geleceği için kritik bir dönemeçtir.

Küresel ve Yerel Ekonomik Dinamikler

Küreselleşme ve neo‑liberal dönüşüm sürecinde kapitalizm, kentsel alanları sermaye üretim aracı olarak konumlandırdı. Türkiye’de de yeni yapılanma dinamiklerine uygun olarak kentsel rant kamu yararı yerine merkezi ve yerel yönetim politikalarının önceliği haline geldi.

Siyasi İktidarın Kentsel Politikaları

  • 16 yıldır iktidarın, egemen sermaye sınıflarıyla iş birliği içinde ekonomik sürekliliği sağlamaya odaklanması
  • Kentsel ve kırsal alanda yapılaşmanın önünü açan yasal düzenlemeler getirilmesi
  • Sermaye gruplarının mevcut iktidarın adaylarını destekleyici demeçler vermesi

Planlı Olmayan Yapılaşma ve Çevre Sorunları

Geçmişte merkezi ve yerel iktidarlar, plansız yapılaşmaya göz yummuş ve bu alanlar yeni yatırım hedefi haline gelmiştir. Kent merkezlerinde ve kırsal alanlarda:

  • Kamusal alanların satışı (yeşil alanlar, doğal sitler vb.)
  • Kentsel rantın kamu yararı yerine özel çıkarlar için kullanılması

Bu süreç, kent ve çevre suçları olarak nitelendirilebilecek büyük rant tesislerinin yasallaştırılmasıyla sonuçlandı.

2012 Yılındaki 6360 Sayılı Kanun ve Merkeziyetçilik

  • Büyükşehir sayısının artırılması ve İl Özel İdarelerinin kaldırılması
  • Köy muhtarlıklarının tüzel kişilikten çıkarılarak mahalleye dönüştürülmesi
  • Köylülerin ortak mallarını ve meralarını kaybetmesi

Bu düzenlemeler, Anayasa’nın 127. maddesine aykırı olarak merkezi idareye bağlı bir yönetim anlayışını pekiştirdi.

Çevresel ve Afet Riskleri

  • Planlı olmayan yapılaşma, kentleri deprem ve diğer afetler karşısında güvencesiz hâle getirdi.
  • Bütüncül bir yaklaşım olmadan, afet riskini azaltacak gerçekçi projeler üretilmedi.

İmar Affı ve İmar Barışı

İktidar, oy kaygısıyla “imar barışı” adı altında imar affı çıkararak:

  • Yurttaşların can ve mal güvenliğini tehlikeye atması
  • Kaçak yapılaşmanın yeniden teşvik edilmesi

Yerel Yönetimlerin Özerkliğine Yönelik Baskılar

  • Belediye bütçelerine el konulması ve kurumların işlevsizleştirilmesi
  • Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile yerel yönetimlerin mali ve idari yapılarının değiştirilmesi

Öneriler

Yapılı çevrenin sağlıklı, sürdürülebilir ve kamu yararını gözeten politikalar çerçevesinde üretilmesi, korunması ve kullanılması:

  • Kamu yönetimi, merkezi ve yerel yönetimler, meslek kuruluşları ve tüm kesimlerin ortak sorumluluğudur.

Bu bağlamda:

  1. Kentlerin yeniden üretici niteliği vurgulanmalı, kültürel üretim alanı olarak kimlikli ve yaşanabilir hâle gelmelidir.
  2. Yerel yönetimlerin demokratikleşmesi ve özerkliğinin güçlendirilmesi sağlanmalıdır.
  3. Doğal ve çevresel kaynakların korunması için uzun vadeli çevre politikaları geliştirilmelidir.
  4. Tüm yurttaşların eşit oranda kaynak kullanımına erişimi temin edilmelidir.

Demokratik işleyiş ve adaletin toplumsal talep haline geldiği bir ortamda, eşitliğe dayalı, temel hak ve özgürlüklere saygılı bir ülke hedefiyle, özerk yerel yönetimlerin etkinliğinin artırılması için bütün ilgili kesimler birlik ve dayanışma içinde hareket etmelidir.

Kentte İktidar ve Yeni Çalışma Alanları
Kentte İktidar ve Yeni Çalışma Alanları
A
Ahmet Berk Özerk·
Kentlerdeki iktidar ve savunma mekanizmalarının fiziksel surlardan dijital meydanlara evrimini inceliyoruz. Surların yıkılışından internetin yükselişine, mekân ve kontrol arasındaki ilişki yeniden şekilleniyor.

Kent ve Savunma

Yerleşik hayatla beraber gelen hareketsizlik, toplulukları düşman topluluklara karşı kolay bulunabilir hale getirmiş. Buna karşılık olarak kasabalılaşmış topluluklar surlar inşa etmişler. Bildiğimiz en eski yerleşim olan Çatalhöyük’te bu surlar bitişik nizam (yan yana) yapıların dış duvarlarıyla doğal olarak oluşmuş. Yıllar sonra, yapı girişlerinin tavandan yer seviyesine alınmasıyla sokaklar ve meydanlar oluşa gelmiş. Sokakların ve meydanların yarattığı açıklık ise ayrı bir yapı olarak, kent sınırlarını saran sur yapılarıyla kapatılmış.

Surlardan geçiş noktaları olan kapılar şehre gelenler için ilk fiziksel temasın yaşandığı alanlar. Bu alanlarda bugünkü sınır kapıları gibi bir takım kontroller yapılır ve uzun bekleyişler yaşanır. Bu bekleyiş sırasında bayrak, simge, fresk, çoğunluğun giyim tarzı, ırkı, dili gibi ifadelerle karşılaşılır. Bu ifadeler kente giriş yapacaklar için kapının ardında onları neyin beklediğini, bu kentin hangi iktidarın kontrolü altında olduğunu söyler onlara. Ki bir kente izinli giriş yapmak oradaki iktidarın yargısını kabul etmektir.

Zamanla surlar kolay yıkılabilir hale gelmişler. Bu nedenle savunma ihtiyaçlarını yerine getiremez hale gelip amaçsızlaşmışlar. Hatta büyüyen şehirlerin sınırlarında problem yaratan elemanlar haline gelmişler. Bugün turistik değer taşımayan surların herhangi bir nedenle yıkılabildiklerini görüyoruz.

Bir mekânın sahibi ayrı kullanıcısı ayrı olabilir. Etrafta sahip yoksa kullanıcının söz hakkı vardır ”kişisel fikrim olarak bence mekân onu kullananındır” Bu kullanıcıların (o zamanki derebeyleri, ağalar ve valilerin) ilk hiyerarşi mekanizmaları olan surlar ortadan kalkınca çözümü; kontrol yapılarının ve hiyerarşi simgelerinin, merkezi mekânlara yerleştirilmesiyle bulmuşlar. Mesela çeşme gibi mecburi bir ihtiyacın olduğu bölgeyi meydanlaştırıp etrafına belediye binası, kilise, cami, heykel, anıt, yazı, bayrak gibi kentsel öğeler yerleştirmişler.

Çok geçmeden bu meydanlar iktidarla bütünleşmiş ve halk problemlerini bu meydanlarda yüksek sesle dile getirmeye başlamışlar.

Meydanlardan Sokaklara

Meydanlar büyük alanları kapsayan düğüm noktalarıdır, etrafını iktidara yakın kişilerin himayesindeki yapılar çevreler. Çevreleyen yapıların ihtiyaç halinde rahatça kullanılması durumu meydanları mükemmel kontrol alanlarına dönüştürür. Böylece iktidar bu bölgeleri güven verici ya da tehdit edici olarak kullanır. Buna rağmen meydanlar bir kentin gözü kulağı olma işlevini sürdürür.

Endüstri öncesi dönemlerin sokakları ise meydanların aksine olabildiğine dardır. Böylece sokaklar etraftaki binalarca gölgelenebilir, komşular birbirleriyle daha kolay etkileşime geçebilirler. Hatta sokakları kullanmadan mekân değiştirebilirler. Bu zıtlığı sağlayan kentlerde, meydanlarda tepki gösterenler, sözlerini söyledikten sonra dar sokaklara çekildiler. Çünkü bu sokaklarda kolayca barikat kurulabiliyor, sokaktan sokağa düzesiz bir biçimde rahatça geçebiliyorlardı. İktidar araçları ise sokakların bilinmezliğinde güvenli bir pozisyon sağlayamıyordu. İktidar bunun çözümünü yeni yapılaşma bölgelerinde geniş cadde ve sokaklar yaparak, eski yerleşmelerde ise bazı binaları yıkıp bulvarlar yapmakta buldu. Bunun yanında kontrol teknolojisinin gelişmesiyle, karasal engel uygulamak gittikçe önemsizleşti. Kitleler evlerine veya yer altına çekildiler.

1990 sonrası internetin ulaşılabilir hale gelmesiyle bu kitleler tekrar birbirleriyle haberleşebilme ve ekran arkasındanda olsa söz söyleyebilme olanağı buldular. Buna karşın internetin gözle görünmez, elle tutulmaz ortamı kimse için güvenilir bir alan değildi.

Sanal Dünyada Yapılaşma

Bugün biz onu tam bir yapı olarak algılamasakta; her gün tuşlara basarak içinde hareket ettiğimiz devasa dijital yapılar karşımızda duruyor. Biz mimarların gayet alışkın olduğu; akış, kamusal alan, özel alan, sınırlar, saydamlıklar, görünüş gibi terimler bu yapıda da aynı işlevlerini sürdüyorlar. Dijital dünyaya göre belki büyük bir ölçek ama en basitinden bilgisayarlarımız evimiz, internet şehrimiz, sosyal ortamlar meydanlarımız demek pekte yanlış olmayacaktır. Ki bahsi geçen kentsel yaşanmışlık örnekleriyle aynı şekilde internet kullanıcılarıda sosyal ortamlarda meydanlarda hissettikleri gibi bir gerginlik yaşamakta, tehlike hissettiği anlarda kontrolü daha zor alan, tüm toplumla değil de bireyler arasında etkileşim sağlayan haberleşme ağlarına geçiyorlar.

Konu sadece internet değil en temel noktasında sistem prensibi olan birler sıfırlarda mimari disipline yakın tasarlanmakta. Bunun yanında okulların her sene istihdam açığından daha fazla mezun vermesi, daha sonra anlatacağım bir konu olan mimarların mesleki sıkışması olsun, bulunan işlerin mimariyle yakından uzaktan ilişkisi olmaması gibi konularla birlikte düşününce; bence aldığımız disiplinle bizimde bu sanal dünya sektörüne el atabilmemiz gerek. Belli mi olur, belki bu fiziksel dünyada ekonomik ve çevresel faktörler nedeniyle çözemediğimiz problemlerin ilk örneklerini bu ortamda verip sonradan fiziksel olarak ta üretilebilinmesini sağlayabiliriz ya da daha deneyimli yaklaşabiliriz.

Ahmet Berk Özerk

Kentte İktidar ve Yeni Çalışma Alanları galeri resmi 1
Kentte İktidar ve Yeni Çalışma Alanları galeri resmi 2